|
Yazan: Banu Conker |
"Bir varmış, bir yokmuş"... diye başlar bütün masallar. Çocukluğunda masal dinlememiş olan var mı, sevgili okurlar?
Meğer masallar bizim sandığımızdan daha önemliymiş. Geçenlerde Çağdaş Anlatma Sanatı uygulayıcısı Judith Liber’in masallarla ilgili çalışmasına gittim. Hiç önem vermediğimiz, ‘bana masal anlatma’ diye küçümsediğimiz, sadece uyku malzemesi olarak gördüğümüz masalların aslında bilinçaltımızın şifalanma yöntemi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım.
Hani herkesin kendini yakın hissettiği bir masal var ya, işte o bizim masalımız oluyormuş. Ve yazılı olan tüm masallar aslında derleme imiş. Grimm Kardeşler’e ait olduğunu düşündüğümüz masallar da buna dahil.
Judith bize masalların bir dönem istenmediğini, ailelerin masalların içinde ölüm, üvey anne gibi kötü şeyler geçtiği için yadsındığını söyledi. Halbuki masallar çocukları yaşama hazırlıyormuş. Ölüm sözcüğünü masalda duyan bir çocuk bir akrabasının ölümüyle daha kolay başa çıkabiliyormuş. Örneğin kırmızı başlıklı kız masalında kurdun karnından çıkan kızın tırtıldan kelebeğe, kozadan çıkışın simgesi olduğunu öğrendim.
Minik çocuğu olan anne babalara masalın önemini tekrar hatırlatmak istedim bu yazıyla. Kızım küçükken okulda beğendiği kalemleri çantasına doldurup getiriyordu. İlk başta çok üzüldüm. Ona bir şey söylemedim, ama içinde güzel kalemler geçen iki kız arkadaşa ait bir masal uydurdum. Bir süre sonra eve kalemler gelmez oldu.
Sadece okuduğumuz, bildiğimiz masalları değil, hayatımızın içinden olayları da masalsı bir havayla anlatabiliriz çocuklarımıza. Bu da hayatı öğretirken ders vermekten daha kolay bir yol olsa gerek. Ne dersiniz?